19 Aralık 2007 Çarşamba

Dupuis

Fransız bilgin, diplomat ve filozoflarındandır. 26 Ekim 1742'de Triyechâteau'da doğmuş, 29 Eylül 1809'da ölmüştür. La Rochefaucauldun himayesiyle Harcourt Koleji'nde yetişmiş olup, Tanrıbilim Lisansını almıştır. Lisiuex Koleji'nde retorik okutmuştur. Laland'ın astronomi dersleri takip ederek, kendi sisteminin temelini teşkil eden 'Tarih Felsefesi'nin ilhamlarını kazandı.Enstitü üyeliğine de seçilmiş olan Dupuis'ye göre, bütün dinlerin, ibadet ve törenlerin, insel inançların kaynağı birdir; hepside astronomiye bağlıdır. Dupuis'e Convention idaresi tarafından büyük değer verilmiştir.Büyük Fréderic, kendisine Berlin Üniversitesi'nin Edebiyat Kürsüsü'nü vermiştir. 1788'de Academie Des Inscriptions et Belles Elttres'e üye seçilmiştir. Daha sonra College de France'de Latin belâgati profesörü olmuştur.Convention, ulusal eğitim işlerinde kendi ilkelerinin ve kanunlarının uygulaması için onu vilayetlerde komiser olarak çalıştırmıştır. Dupuis Napoléon'un büyük sevgisini kazanmıştır. Onun konsüllüğü zamanında, yasama işlerini hazırlayacak olan konseye katıldı.İlkçağlar mitolojisinin, astronomik bilgilerin alâmetlerinden başka bir şey olmadıklarını, Memoire sur I'Origine des Constellation et sur I'Explication de la Fable par le Moyen de I'Astronomie (Paris, 1781) adlı eserinde savunmuştur.Rigine De tous les Cultes ou la Religion Universelle başlılı eserinde bütün evreni Tanrı sayar ve "dünyanın bütün yanılmaları"nın kaynağını gökyüzünde bulduğunu iddia eder, alegorilere aşırı bir değer verir, masallarla olgular arasında sıkı bir ilişki görür. 1798'de ilk kez telgraf fikrini ortaya atan da kendisidir

18 Aralık 2007 Salı

Farabi

Ünlü Türk filozofu ve bilginidir (870-950). Türkistan'da Farab bölgesinde doğan Farabi'nin asıl adı Ebu Nasr Muhammet'tir. Doğum yerinden dolayı Farabi adıyla anılır. İlköğrenimini doğduğu yerde yapan Farabi yükseköğrenim görmek için Bağdat'a gitti.Zamanının ünlü bilginlerinden, bu arada bazı Hıristiyan filozoflarından mantık ve dilbilgisi dersleri aldı. Elbette bunlardan önce ve bunlarla birlikte Arapça'yı da çok iyi öğrendi. Eski Yunan filozoflarını, bu arada Aristoteles'i inceledi. Zamanında yaygın bir ünü olmayan Farabi, ölümünden sonra batıda Ortaçağ Hıristiyan filozoflarının ilgisini çekti.Farabi daha çok metafizik üzerinde çalıştı, felsefeyle İslâm dini arasındaki ayrılıkları, uyuşmazlıkları, çelişmeleri mantık ilkelerine dayanarak gidermek amacı güttü. Dini değişmez bir öz olarak aldı ve Aristoteles mantığının verilerini göz önünde tutarak, İslâm dinine felsefi bir nitelik kazandırmağa çalıştı. Bu yüzden doğuda İslâm felsefesinin kurucusu sayılır. Ona göre, dinle felsefe birbirinden ayrılamaz, felsefe dinin yardımcısıdır; din konuları dışında ve dine karşı bir felsefe olamaz.Bağdat'ta karışıklıklar çıkması üzerine Şam'a giden Farabi, orada 80 yaşında öldü. Yüzden fazla eser yazan bilgin, kendinden sonra gelen İbni Sina ve İbni Rüşt gibi ünlü bilginleri büyük ölçüde etkilemiştir.Farabi'nin Aristotelesçi Ortaçağ filozofları üzerindeki etkisi, İbni Rüşt'e duyulan ilgiden ileri gelmiştir. Batı kaynaklarında Latince bir adla (Alpharabius) anılan Farabi, kendinden önce ve sonra gelen İslâm filozofları arasında batının en çok başvurduğu kaynaklardan biridir. Son zamanlarda, hemen bütün batı dillerinde, büyük Türk-İslâm filozofu üstüne araştırmalar, incelemeler yayımlandı.Başlıca eserleri: El-Medinetül Fazıla. (Erdemli Toplum), El-Maani el-Akl (Aklın Anlamları), El-İhsa-ül-Ulûm (Bilimlerin Sayımı), Füsus-ül-Hikem (Hikmetlerin Özleri).

Sokrat (Sokrates)


(M.Ö. 469 - 399) Yunan filozofu. Sokrates, Atina'da doğmuş olan ilk Yunan filozofudur. Tek bir kelime yazmamış olmasına rağmen, Avrupa düşünce tarihine çok büyük etkisi olmuş kişilerden biridir. Heykelci Sophroniskos'un oğlu olan, babası gibi heykelcilik öğrenip çok geçmeden kendini felsefeye adayan Sokrates, bir çok savaşta başarıyla savaştı.Siyasette de hızla yükselip meclis başkanlığı yaparken Argireuses adalarındaki savaşı yasaya aykırı olarak yargılatmak isteyen bir önergeye karşı çıktı. Peloponnesos savaşları döneminde ve Atina'nın M.Ö. 404 yılında uğradığı bozgunu izleyen kargaşa yıllarında demokratlarda düşmanlık uyandıran genç soyluların arasına katılması üzerine, Meletos, Anytos ve Lykon'un açtıkları davada, yeni tanrılar getirerek gençleri baştan çıkarmakla suçlanıp ölüm cezasına çarpıldı. Dostu Kriton'un kaçma önerisini geri çevirip dostlarının arasında, ruhun ölümsüzlüğü üzerine bir konuşma yaptıktan sonra baldıran zehri içerek intihar etti. Derslerini sözlü olarak verip hiç bir şey yazmadığı için felsefesi özellikle Platon'un, Ksenephon'un ve Aristoteles'in anlattıklarından tanınan Sokrates, "kendi kendini tanı" özdeyişinin felsefesinin temel kuralı olduğuna inanmış, "hiç bir şey bilmediğinden başka şey bilmediğini" söyleyip kişiyi bir tümevarım yöntemiyle peş peşe sorular sorarak ahlak kavramalarını tanımayı sağlayan tanımlar bulmaya yöneltmeyi amaç almış, her kişinin yaratılırken iyi yaratıldığını, kimsenin bile bile kötü olmadığını, her kötülüğün bilgi sanılan bir bilgisizlikten ileri geldiğini savunmuştur. Sokrates "doğruyu bilen doğru davranır" diyor, doğru bilginin doğru eylemi gerçekleştireceğine inanıyordu. Sokrates'in uğraşındaki temel öğe, onun kimseye bir şey öğretme peşinde olmayışıdır. O, tersine, konuştuğu insandan bir şeyler öğrenmek istediğini dile getirmiştir. Zamanının çoğunu sokaklarda ve meydanlarda karşılaştığı insanlarla konuşarak geçirdiğini biliyoruz. Kırlardaki ağaçlar bana bir şey öğretemez, demişti. O genellikle konuşmanın başında soru sorardı. Böylece hiç bir şey bilmiyormuş gibi yapardı.Konuşma sırasında genellikle karşısındaki kişinin kendi düşünce biçimindeki zayıflıkları görmesini sağlardı. Sonunda konuştuğu kişinin bir köşeye sıkıştığı ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu kendine itiraf etmek zorunda kaldığı olurdu. Sokrates hiç bir şey bilmiyormuş gibi yaparak, insanları mantığını kullanmaya zorlardı. Cahili "oynardı"- ya da olduğundan daha aptalmış gibi görünürdü. Buna "Sokrates'ci İroni" denir."Atina uyuşuk bir at. Ben de onu uyandırıp canlandırmaya çalışan bir at sineğiyim," diyordu. Sokrates hep içinde "tanrısal bir ses" olduğunu söylüyordu. Romalı filozof Cicero şöyle diyordu: "(O) felsefeyi gökyüzünden Dünya'ya indirip şehirlerde barındırdı. Felsefeyi evlere sokup insanları hayat ve töreler, iyilik ve kötülük üzerine düşünmeye zorladı." Sokrates, Sofistler ile aynı dönemde yaşamış olmasına rağmen onlardan önemli bir noktada ayrılıyordu. O kendini bir "Sofist", yani eğitimli ve bilge bir kişi olarak adlandırmıyordu. Sofistlerin aksine, öğrettikleri için para almıyordu. Hayır, Sokrates kendine kelimenin tam anlamı ile "filozof" diyordu. "Philosophos"un kelime anlamı "bilgeliğe ulaşmaya çalışan kişi"dir. Sokrates tek bir şey bildiğini söylüyordu, bu da hiç bir şey bilmediğiydi! Sokrates bilgimizin temelinin insan mantığı olduğuna inanıyordu ve İnsan mantığına bu denli güvenişi açısından kesin bir Akılcı idi.

Protagoras


(M.Ö. 485 - 410) Yunanlı filozof ve sofist. Abdera'da doğan Protagoras yaşamının büyük bir bölümünü Atina'da geçirdi. Düşünceleriyle döneminin ahlak ve siyaset anlayışını önemli ölçüde etkiledi. Sofizmin sözcülüğünü yaptığı 40 yılı aşkın süre boyunca insanlara günlük yaşamlarında "erdem"li olmayı öğrettiğini söyledi. Ünlü, "insan her şeyin ölçüsüdür" (anthropos metron panton) önermesiyle algıların (hatta bazılarına göre yargıların da) göreliliğini dile getirdi. Protogoras bu yargı ile, herkes için geçerli bir bilginin olamayacağını belirtmek ister.Hakikatin ve değer yargılarının toplumlara, hatta tek tek insanlara göre değiştiğini dile getirir. Herkes için geçerli bir bilgi olmadığına göre hakikati değil, "kişiye yararlı olanı" aramalıdır der. Protagoras'a göre tüm bilgilerimiz duyumdan gelir ve duyum insandan insana değişir. "Her bir şey bana nasıl görünürse benim için böyledir, sana nasıl görünürse yine senin için de öyle.. Üşüyen insan için rüzgar soğuk, üşümeyen insan için soğuk değildir" diyerek insanı tüm şeylerin ölçüsü yapar. Bu tarz düşünceleriyle Protagoras relativizmin, dolaylı olarak septisizmin ve pragmatizmin öncüsü sayılır.Sofist olarak büyük bir ün ve servet kazanan Protagoras, İtalya'daki Atina kolonisi Thurii'nin yaslarını hazırlamakla görevlendirildi. Geleneksel ahlak ilkelerini benimsemesine karşın, Peri Theon (Tanrılar Üzerine) adlı yapıtında tanrılara inanma konusunda agnostik tutumunu ortaya koydu. Bu yüzden dinsizlikle (asebeia) suçlandı; kitapları halkın önünde yakıldı. Yaklaşık M.Ö. 415'de sürgün edildiği Atina'ya bir daha dönmedi. Platon erdem konusunu ele aldığı diyaloguna onun adını vermiştir.

Albertus Magnus


Albertus Magnus (1207-1280) Dominiken Tarikatı'na girmiş ve Aristoteles'i ve Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Rüşd ve İbn Tufeyl gibi Müslüman filozofların. Aristoteles felsefesine ilişkin yorumlarını öğrenmiştir; daha sonra bu yorumlara dayanarak Hıristiyan inançlarıyla bağdaşabilecek yeni yorumlar getirmiştir.Felsefe sorunlarını akılla çözmeye çalışırken Kutsal Kitap'la çatışmamaya ve dolayısıyla inançla çelişmemeye büyük bir özen göstermiş ve bu yaklaşımıyla öğrencisi Thomas Aquinas'ı büyük ölçüde etkilenmiştir.Albertus Magnus'un Platon'dan çok Aristoteles'in felsefesini seçmiş olması tesadüfi değildir ve bu seçimi, özellikle İbn Rüşd gibi Müslüman filozofların etkisi ile açıklamak olanaklıdır. Albertus Magnus'a göre, biri akıl ve öbürü ise inanç için doğru olan ve birbirleriyle çelişen iki doğru yoktur; gerçekten doğru olan her şey, büyük bir uyum içinde birleşmiştir.Birçok bilimle ilgilendiği için "Doctor Universalis" (Evrensel Bilgin) lakabıyla tanınan Albertus Magnus, kimya alanında da çalışmış, nitrik asidin madenler üzerindeki etkisi ve altının arıtılması gibi kimyevî konuları incelemiştir; ayrıca astronomi ve biyoloji ile de ilgilenmiştir.Albertus Magnus biyoloji alanındaki çalışmalarında kelime kelime Aristoteles'in Arapça çevirilerini izlemiş ve bunlar üzerinde yorumlar yapmıştır; kendisine özgü gözlemler ve saptamalar da bulunmaktadır."Hayvanlar Hakkında" adlı eserinde kuş ve balıkların kan damarlarının dağılımı konusunda Aristoteles'in verdiği bilgilerden ayrılmıştır. Yumurtadan itibaren embriyonun gelişmesini anlatırken, organların sırasıyla nasıl şekillendiğini, göbek kordonu denen yapının yerini gelişim süreci içinde hangi damarın aldığını açık ve seçik bir şekilde anlatmıştır.Bitkilerle de ilgilenmiş ve bu konuya ilişkin Bitkiler Hakkında adlı bir eserinde, ana çizgileriyle bitki betimlemeleri yapmıştır. Bir ara İtalya'ya giden Albertus Magnus orada portakal ağacını görmüş, bundan çok etkilenmiş ve özellikle portakal yapraklarını ayrıntılı bir biçimde tanıtmıştır.

İbni Rüşd


Batı’da en çok tanınan İslam filozoflarından biri olan İbn-i Rüşd; felsefe, tıp, matematik gibi alanlarda çalışmış ve uzun süre doktorluk yapmıştır.Aristoteles’ten etkilenen İbn-i Rüşd, onun sistemini de bazı noktalarda eleştirmiştir. İbn-i Rüşd'e göre evrenin başlangıcı olan Tanrı, tüm varlıkları belli bir düzene göre yaratan sınırsız bir irade ve zorunlu bir varlıktır. Ona göre Tanrı, dünyayı kendisinden türeyen "ilk akıl’la yönetir. Bu ‘ilk akıl’dan da diğer akıllar türemiştir.Tanrı, yukardan aşağıya doğru bir hiyerarşi içinde tasarlar evreni. Tüm akılların ‘ilk akıl’dan türemesi, bütün insan akıllarının öz bakımından aynı olduğunu belirtir ve genel bir insan aklından bahseder. Sonsuz ve ölümsüz kabul ettiği ‘ebedi akıl’la da insanlığın ölümsüzlüğü sonucuna ulaşır. Bilginin insan aklıyla kavranması gibi bir sonuca ulaşması, o zamana kadar kabul edilen ruhun ölümsüzlüğü görüşüne büyük bir darbeydi.İbn-i Rüşd’ün diğer bir özelliği de, evrenin hiçlikten ibaret olduğu değil, ezeli olduğu düşüncesidir ki bu düşüncesi daha sonra Hıristiyanlık'ı temel alan düşünürlerce kıyasıya eleştirilmiştir.İnsanın, özü gereği bağımsız olduğunu düşünen İbn-i Rüşd, insan dışındaki olayları dikkate aldığında bağımlı varsayar. Bundan da insanı, kendi eylemlerinden, yaşamından dolayı sorumlu tutar ama kendisi dışındaki olaylar karşısında da sorumlu olmadığını söyler.Genel olarak felsefenin konusunun varlıkları incelemek olduğunu belirten İbn-i Rüşd, tüm dini görüşlerine rağmen maddi olana işaret etmesi, o dönemde yaşayan düşünürler açısından değerlendirildiğinde önemlidir. Tanrı’ya ulaşmanın yolunu da, beş duyu ile algılanacak somutluğu incelemekle mümkün olduğunu belirtir.İbn-i Rüşd, etkisi daha çok İslam Dünyası'nda değil, Batı Dünyası'nda olmuştur. Rüşd’ün ruhun ölümsüzlüğü, evrenin ezeliliği gibi düşünceleri, Ortaçağ Hıristiyan düşüncesini etkilemiş, hatta İbn-i Rüşdücülük diye sonradan bir akım olmuştur.

Alexandre Gerard

XII. yüzyılın büyük yazarlarından olan Gerrard, Yunan ve İslam felsefe anıtlarını Latince'ye ilk çevirenlerdendir. Bazıları Gerard'ın İtalya'da Crémone kasabasından, bazıları da Endülüs şehirlerinden Crémoneli olduğunu iddia ederler. Fakat, Muratorie'nin yanınladığı eski bir kronikte Gerard'ın İtalyan olduğu anlaşılmaktadır. 1114'te doğmış ve kendi şehrinde 1187'de ölmüştür. Gerrard, ülkesinde eğitimini tamamladıktan sonra aydınlanmak için gezgin gibi dolaşmış ve Avrupa'nın her yerinden kovulmuş olan bilimin tek sığınağı İspanya'ya giderek orada halifelerin himayesini kazanmıştır.Toledo'ya yerleştikten sonra Arapça öğrenmiş ve hayatını sayısı 70'i bulan felsefe eserlerini çevirmek ile geçirmiştir. Bunların içinde en önemlisi Ptolémée'nin Almegeste'sidir. Bu eser sayesinde astronomi eğitimi, ortaçağ okullarında yenileştirilmiştir. Bu eserden sonra en değerli çevirmelerinin başında İbn-i Sina'nın Kitab al-Kanun fil Tıb adlı eseridir. Bunlar Gerard'da matematik, astronomi ve fizik zevkini uyandırmıştır.Aristo'nun Meteorolojisi'nin ilk kitabını, Afrodisyalı Alexandra'ın türlü eserlerini, Galien'in bazı eserleriyle Farabi'nin De Intellectu'sunu, İshak İbn-i Honey'in Tarifler'ini Latince'ye çevirmiştir.Aristo'nun İkinci Analitikler'ini, Themistius'un Yorumlamalar'ıyla birlikte Arapçası'ndan çevirdiği gibi, Meteorların üç kitabını, De Naturali Auditu başlığıyla Aristo fiziğini, De Caelo et Mundo'yu, Le Generation et Corruptione'u da Arapça'larından çevirmiştir. Proklus'den de, Elementatio Theologica başlıklı Yeni Eflatunculuk derlemelerinden Causis'i de çevirmiştir ki bu eser uzun süreler Aristo'nun zannedilmiştir.Ortaçağlarda Liber Aristoteles de Expositions Bonitatis Purae ya da kısaca Liber Bonitatis Purae başlığıyle anılırdı. Gerrard, Alkindi'nin bazı eserlerini ve önemli olan De Intellectu, De Qunque Essentiis'ini de çevirmiştir.Bütün bu eserler, Batı aleminde yayınlandıktan sonra, uzun zaman Avrupa bilim ve düşünce hayatında büyük değişikliler görülmüştür. Gerrard kitaplarını Crémone'deki Saint-Lucie Manastırına vakfetmiş, kendisi de bu manastıra gömülmüştür.